sadece yaşamak istedi çiçek,
Gökyüzünde kanat çırpan bir kuşun en yakın arkadaşı, ün salmış bir gül.
Kıpkırmızı taç yaprakları ile herkesin dilindeymiş.
Sonra birisi yanaşmış yamacına, öyle şaşırmış ki gül; kimse ona dokunmak istemiyormuş çünkü. Dikenleri ellere ızdırap veriyor, onları kesiyormuş. Yamacına yanaşan, onun taç yapraklarını seven birini sevmiş gül. Kim sevmez ki?
Hepimiz sevgiye aç çocuklarız hâlâ.
Büyümek, neden bu kadar zor anne?
Neden sevmiyor her sevilen, ve neden bu kadar zor sevilmek; illa kaçmak mı gerek insanlardan?
Böyle zamanlarda boğazımı çiziyor kelimelerim, anne... Yaşamak için her gece öldürüyorum kendimi. Söylesene baba, neden sevmedin dikenlerimi?
Sen sevmedin beni diye, yamacıma yanaşan herkese inandım ben. Herkes bir yaprağımı kopardı, gitti. Baba, beni neden sevmedin?
Tanrı'm, insan olmak niye bu kadar zor sanki? Hem.. Bu karanlık gecede, bu gözlerimdeki yaş neden? Neden ki... rüzgar savurmadı beni uzaklara.
Dikenlerimle bir çok kişinin canını yaktım ama bana lanet okuyan o öfkeli insanlar, neden dönüp arkasında ağlayan bana bakmadı? Neden her uzatılan eli tutan bana kimse şunu sormadı: "Neden?"
Eğer sorsalardı içimde biriken o kara delikten sallanıp onlara bir çok cevap verirdim. Neden kimse merak etmedi beni? Fark edilmek için ne yapmam gerek? Onca insan içinde yaralarımı kapatıp geziyorum sabahları, o yorgun gülümsemem ile. Maskemin ardındaki göz altları mor ve yorgun kızı biri görseydi belki...ben.. Ben, anlardım bir şeyleri. Annem bana "kendini ezdirme" derdi, kimse bana "bak sevgi budur, sakın aldanma yalanlara." demedi ki. Bilmiyordum.
Öğretilmemesi benim suçum mu şimdi?
Toprağın altında çığlık atarak duvarları yumrukluyorum. Bağırmak istiyorum, elimin aradında saç tellerim, hepsini çekip koparmak istiyorum. Kim varsa beni bozgunluğa uğratan hepsinin yüzüne bağırmak istiyorum. Dayanamıyorum buna. Neden bir çıkış kapısı yok bu dünyanın?
İnsanlar arasında, o yalan gülümsemem ile dolanmaktan o kadar yoruldum ki... O kadar yoruldum ki... Uyuyamıyorum geceleri. Dikensiz bir gül olsaydım, beni sever miydin gerçekten?
Sevilmemeyi hak edecek ne yaptım ben, ne büyük bir günah işledim ki;böyle bir başıma kaldım?
Her insan sevgiye muhtaçtır.
Ama..
Beni kimse görmedi.
Kimsesizler diyarında önemsiz bir kimse oldum ben de, tek başıma geçti gecelerim. Kimsesi oldum, kimsesizlerin ve kendime bile yabancıyım artık.
Yoksa bu gözleri çökmüş, feri yanıp sönen bu ruh; bu yansıma , aynada gördüğüm, benim yüzüm mü? Öyle yaban kaldım ki kendime, unuttum kendimi. Söylesene, hiç bir sorunun cevabını bilmezken neddn gelip elime bir soru yazdın;
"Beni sever misin?"
Seni sevmeyi ağır ödüyorum.
(Telli Turnaların rüyasına girdiği gül için yazıldı.)
29 Ağustos 2018 Çarşamba
13 Ağustos 2018 Pazartesi
Dikensiz gül, çiçeksiz kaktüs
Kimseye belli etmemeliyim, göçmek istediğimi uzaklara.
Sessiz bir kız olmaktı fıtratım ve hep böyleydim. Bu kadar yumuşak başlı olmayı ben seçmedim, inan seçsem bu olmazdım. Şuan kendimi değiştiremeyeceğimi çok iyi biliyorum, çünkü denedim. Ergenliğimde farklı bir İrem olmak için öylr çabaladım ki; sonrasında tamamen kayıp bir ruhtum artık. Her şeyi kendi başıma hallederek geldim bu yaşıma. Bana gelen yardımlardan hoşnuttum. Dışardan bakan birisi için mükemmel bir insandım belki. Oturmasını, kalkmasını bilen; iyi edebli, kapalı, temiz bir kızcağız. Biliyorum. Hepsinin farkındayım.
Ama her şeyi fark ettiğimi belli edemem. Ben de bunu kendime tembihledim. Benim kendimi yırtmam kimin yararına? Beni kimsenin duymayacağını biliyorum, herkes duymak istediğini duyuyor. Herkes, görmek istediğini görüyor. İstedim ki, onlardan bir farkım olsun. Her zaman fark edilmeyen, arkadaşı olmayan sessiz insanlarla arkadaş olmaya çabaladım. Olmadı. Aynı fikirde değildik. Ben, insana insan gibi davranmak isterken o benden oturabildiği kadar uzakta oturmak ve duyamayacağım kadar az konuşmak istedi hep. Yollarımız ben daha 3.sınıftayken ayrıldı. Seksek ve saklanbaçdan fazlası vardı, çocuklukta.
Büyüdüm. Büyümek, keşke bir takım olayları değiştirmek için yeterli olsaydı. Olmadı. Günler öylesine geçti, zaman akıyordu... Ben ise o akıntıda boğuluyordum. Okula gitmek, yazı yazmak ve sorulara cevap vermekten ibaret olmuştu. Kendi rengimi bulamıyordum, şeffaftım, belli olmuyordum. Her gece ağladım.
Neden diğerleri gibi sevilmediğimi düşündüm. Ölüm gibi bir sessizlik vardı, benimse milyonlarca keşke'm.
Ama dikensiz gül olmaz.
Gül olduğumun farkında değildim, bu nedenle kaktüs olduğumu sanıyordum; kimse bana dokunmak istemiyordu. Ama koparılmamak için savaştığımı geç fark ettim.
Kimseye belli etmedim, göçüp gitmek istediğimi; anneme ingilizce şarkılar dinletiyordum hepsi "ölmek istiyorum, yetersizim, kendimi sevmiyorum" demenin farklı bir yoluydu. Duymuyorlardı, belki de yanlış sesleniyordum.
Duymasınlar.
Görmesinler.
Bilmesinler.
Anlamasınlar.
Bir insan, kendine elbette yeterdi, değil mi Nazım?
Nâzım kalemi bırakıp yüzüme baktı ve bana şöyle dedi : " tüm anılardan bir kale yapsan da kendine, kendine yetemez insan"
Oturdum, sessizce ağladım.
Sessiz bir kız olmaktı fıtratım ve hep böyleydim. Bu kadar yumuşak başlı olmayı ben seçmedim, inan seçsem bu olmazdım. Şuan kendimi değiştiremeyeceğimi çok iyi biliyorum, çünkü denedim. Ergenliğimde farklı bir İrem olmak için öylr çabaladım ki; sonrasında tamamen kayıp bir ruhtum artık. Her şeyi kendi başıma hallederek geldim bu yaşıma. Bana gelen yardımlardan hoşnuttum. Dışardan bakan birisi için mükemmel bir insandım belki. Oturmasını, kalkmasını bilen; iyi edebli, kapalı, temiz bir kızcağız. Biliyorum. Hepsinin farkındayım.
Ama her şeyi fark ettiğimi belli edemem. Ben de bunu kendime tembihledim. Benim kendimi yırtmam kimin yararına? Beni kimsenin duymayacağını biliyorum, herkes duymak istediğini duyuyor. Herkes, görmek istediğini görüyor. İstedim ki, onlardan bir farkım olsun. Her zaman fark edilmeyen, arkadaşı olmayan sessiz insanlarla arkadaş olmaya çabaladım. Olmadı. Aynı fikirde değildik. Ben, insana insan gibi davranmak isterken o benden oturabildiği kadar uzakta oturmak ve duyamayacağım kadar az konuşmak istedi hep. Yollarımız ben daha 3.sınıftayken ayrıldı. Seksek ve saklanbaçdan fazlası vardı, çocuklukta.
Büyüdüm. Büyümek, keşke bir takım olayları değiştirmek için yeterli olsaydı. Olmadı. Günler öylesine geçti, zaman akıyordu... Ben ise o akıntıda boğuluyordum. Okula gitmek, yazı yazmak ve sorulara cevap vermekten ibaret olmuştu. Kendi rengimi bulamıyordum, şeffaftım, belli olmuyordum. Her gece ağladım.
Neden diğerleri gibi sevilmediğimi düşündüm. Ölüm gibi bir sessizlik vardı, benimse milyonlarca keşke'm.
Ama dikensiz gül olmaz.
Gül olduğumun farkında değildim, bu nedenle kaktüs olduğumu sanıyordum; kimse bana dokunmak istemiyordu. Ama koparılmamak için savaştığımı geç fark ettim.
Kimseye belli etmedim, göçüp gitmek istediğimi; anneme ingilizce şarkılar dinletiyordum hepsi "ölmek istiyorum, yetersizim, kendimi sevmiyorum" demenin farklı bir yoluydu. Duymuyorlardı, belki de yanlış sesleniyordum.
Duymasınlar.
Görmesinler.
Bilmesinler.
Anlamasınlar.
Bir insan, kendine elbette yeterdi, değil mi Nazım?
Nâzım kalemi bırakıp yüzüme baktı ve bana şöyle dedi : " tüm anılardan bir kale yapsan da kendine, kendine yetemez insan"
Oturdum, sessizce ağladım.
10 Ağustos 2018 Cuma
Kuşlar ölür ve Zehra toplar onları
Ve üzerinden tam bir yıl geçmiş.
Yazmadan duramayacağımı sanmıştım, yanılmışım. İnsan bazen ruhunu açıklarken de bunalabiliyormuş. Bilmiyordum. 17 yaşındayım, delirmek isteyen sağlıklı bir kızım. Kalbimle küçük problemlerin üstesinden zıplayarak geliyoruz. Kuş olmaktan vazgeçmedim, kuşlara saygı duymayı öğrendim. Yıllardır hayalim elektro gitar çalmaktı. Keman çalmayı öğrendim, bunu sevmediğimi söyleyemem ama elektro gitar kıza olmazmış. Üstüme yapışan böcek gibi bazı kavramlar, ölmüyor ya da def olup gitmiyorlar. Savaştan, savaşmaktan ve mücadeleden hep korkan bir insan oldum. Buna rağmen içimde yandıkça kül olan, külünden yeniden yeniden doğan bir anka var. Onunla uçmak için doğru zamanı bekliyorum. Pencerelerden bakmıyorum gökyüzüne, dışarı çıktığımda ayağıma takılıp düşüyorum her kuş sesine.
Bazen özlüyorum çocuk olmayı, hayallerimin ortasına dalan ve bana "saçmalama" diyemeyen o tüm anları deli gibi özlüyorum. Çocuk işte ne yaparsın diyorlar. Büyüdüğünde, "kızını dövmeyen dizini döver" diyorlar. Bir engel sanki kız olarak dünyaya gelmek. Sanıyorum ki bazen, 1-0 geride kalıyorum tüm insanların arasında. Belki bu yüzden hep arkalarda kalmam. Hep en arka sıralarda oturmamak istemem. Korkuyorum. Kız olmanın o zararlı, o paslı dilli kavramlarından tiksiniyorum. Kendimden sakınmak istiyorum.
Yazıyorum, bu bir kıza yakışıyor. Belki bir erkeğe daha yakışır ama kız dediğin susar oturur, sustukça birikir içindekiler. Dizlerinde duran elleri vardır o kızların, elleri hep temizdir mesela. Temiz olmalıdır kızlar, kız diyerek geçmeyin aman, onlar namustur da. Dur İrem, konu gidiyor başka yerlere. Ama hakim olamıyor bu kızcağız kendine. Bin muhtesem güneş'i okuduğumdan beri, değişmeli diyorum dünya. Dünya böyle kalırsa, cehaletle öleceğiz.
Hem de bunun bir eksik olduğunu bilmeden. Mesela ben, bağıra çağıra söylemek isterdim bazı şeyleri. Ama yapamam. Yaparsam, kanarım. İlerde yara almayan bir asker gibi gireceğim en kanlı savaşa, o zaman kandan korkmayacağım, belki uçarak kan olacağım, belki yazarak, belki bağırırım belki de bir elektro gitar alırım kendime. Kim bilir...
Kim bilir, belki onca kanamış insana bedel gibi hiç yara almadan gömerler toprağa. Ruhumdaki yara bereyi de saramazlar onlar. Âh.
Yazmadan duramayacağımı sanmıştım, yanılmışım. İnsan bazen ruhunu açıklarken de bunalabiliyormuş. Bilmiyordum. 17 yaşındayım, delirmek isteyen sağlıklı bir kızım. Kalbimle küçük problemlerin üstesinden zıplayarak geliyoruz. Kuş olmaktan vazgeçmedim, kuşlara saygı duymayı öğrendim. Yıllardır hayalim elektro gitar çalmaktı. Keman çalmayı öğrendim, bunu sevmediğimi söyleyemem ama elektro gitar kıza olmazmış. Üstüme yapışan böcek gibi bazı kavramlar, ölmüyor ya da def olup gitmiyorlar. Savaştan, savaşmaktan ve mücadeleden hep korkan bir insan oldum. Buna rağmen içimde yandıkça kül olan, külünden yeniden yeniden doğan bir anka var. Onunla uçmak için doğru zamanı bekliyorum. Pencerelerden bakmıyorum gökyüzüne, dışarı çıktığımda ayağıma takılıp düşüyorum her kuş sesine.
Bazen özlüyorum çocuk olmayı, hayallerimin ortasına dalan ve bana "saçmalama" diyemeyen o tüm anları deli gibi özlüyorum. Çocuk işte ne yaparsın diyorlar. Büyüdüğünde, "kızını dövmeyen dizini döver" diyorlar. Bir engel sanki kız olarak dünyaya gelmek. Sanıyorum ki bazen, 1-0 geride kalıyorum tüm insanların arasında. Belki bu yüzden hep arkalarda kalmam. Hep en arka sıralarda oturmamak istemem. Korkuyorum. Kız olmanın o zararlı, o paslı dilli kavramlarından tiksiniyorum. Kendimden sakınmak istiyorum.
Yazıyorum, bu bir kıza yakışıyor. Belki bir erkeğe daha yakışır ama kız dediğin susar oturur, sustukça birikir içindekiler. Dizlerinde duran elleri vardır o kızların, elleri hep temizdir mesela. Temiz olmalıdır kızlar, kız diyerek geçmeyin aman, onlar namustur da. Dur İrem, konu gidiyor başka yerlere. Ama hakim olamıyor bu kızcağız kendine. Bin muhtesem güneş'i okuduğumdan beri, değişmeli diyorum dünya. Dünya böyle kalırsa, cehaletle öleceğiz.
Hem de bunun bir eksik olduğunu bilmeden. Mesela ben, bağıra çağıra söylemek isterdim bazı şeyleri. Ama yapamam. Yaparsam, kanarım. İlerde yara almayan bir asker gibi gireceğim en kanlı savaşa, o zaman kandan korkmayacağım, belki uçarak kan olacağım, belki yazarak, belki bağırırım belki de bir elektro gitar alırım kendime. Kim bilir...
Kim bilir, belki onca kanamış insana bedel gibi hiç yara almadan gömerler toprağa. Ruhumdaki yara bereyi de saramazlar onlar. Âh.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
kar tanesi
gözlerimi kapatıp kendi dünyamda kalmak için kaç para saymalıyım avuçlarına başımı eğmeden mutlu olmak için kaç kez üzülmem gerek kaç kez ge...
-
Ve üzerinden tam bir yıl geçmiş. Yazmadan duramayacağımı sanmıştım, yanılmışım. İnsan bazen ruhunu açıklarken de bunalabiliyormuş. Bilmiyor...
-
gözlerimi kapatıp kendi dünyamda kalmak için kaç para saymalıyım avuçlarına başımı eğmeden mutlu olmak için kaç kez üzülmem gerek kaç kez ge...